AHMET ÖZEL’İN RESMİNDE ZAMANSIZ BOYUTLAR VE KIMILDAMANIN SERÜVENİ
Ruşen Eşref Yılmaz

2010 yılında RH Sanat Galerisi’nde açılan ‘Pencereler’ Sergisi Katalog yazısı

Kırılmalarla dolu bir sanat ortamında bir zemin kayması yaşamadan kendi  koordinatlarını kendisi belirleyen sanatçı konumuyla sanatsal yürüyüşünü sürdüren  Ahmet Özel’in resimlerinin yakın tanığı olmak duygusu; sanatın anlamı içinde bu metni oluştururken bilincime ağır bir sorumluluk yüklüyor.Kendi ayırdına varan bir fırçanın sanatsal serüvenin içeriği, eğer uzamın ve zamanın ötesine geçmişse, seslerin imlerine nasıl  sığdırılabilir?

Kendi eliyle döşedi o sanatına giden yolların bütün taşlarını ve oradan bir merdiven uzattı evrenin boşluğuna.Gizlerle dolu o boşlukta aradığı “şeyler” vardı.Biri kendisiydi, ya öteki? Özel’in derin okumalara açılan resimlerinin içinde dolaşırken,”Görünürle- görünmez”in içinden geçerken arka bahçelerini “göremem” kaygısını duyuyorum.Çünkü; yalnızca sanatçılara yardım eder Tanrı, gözlerinin önündeki sis dağılsın diye.

1980 sonrasında, henüz Akademiyi bitirme aşamasında iken eleştirel bir bakışla yaptığı, yer yer ironik unsurlar taşıyan  sembolik, alegorik sosyal içerikli resimlerindeki nitelikli fırça deneyimi ilk bakışta kendini duyurur.  figüratif bir resim anlayışını yansıtan o resimlerinde kullandığı figürsel deneyimleri daha sonraları geliştireceği resimsel izleği içinde bir değişimsellikle yeniden konumlanacak, yarattığı olası evrenlerin görüngüsel imleri olacaktı. Askerlik ve İtalya dönemlerini kapsayan resimleriyle sosyal bir romantizm eşiğinde dikey bir geçişle soyutçu bir anlayışın izini süren sanatçı;1988 yılında gerçekleştirdiği ilk kişisel sevgisiyle soyut tutumunu apaçık ortaya koyar.1990 tarihli Garanti Yonca Sanat Galerisi sergisi nedeniyle yayımlanan broşürde sanat anlayışını dile getirirken: “Kendimi sezginin eylemine bırakıyorum .”diyerek lirik, soyut ve anlıksala olan yönelimini vurgulamıştır.

Evrenin oluşumu (1990-1995) , Göktaşları (1995-1999), İlkler, Oluşumlar (2000-2003), İn/san (2003-2004), Merdivenler (2005), İç manzaralar (2006-2007), Magma (2008) dönemlerini kapsayan resimleriyle yaratıcı çıkışlar yapan Özel, o resimleriyle bakışları üzerine çekmiş soyut sanatın içinde adı anılan bir sanatçı konumuna gelmiştir. Sanatçının o dönemini anlatan  yapıtları; onun sanatsal yaratısının özünü en iyi karşılayan özgün yapıtlar olması bakımından önemlidir. Onlarda düş gücü ile sezginin imgelem boyutları içinde varoluş anını yorumlayan sanatçı, tuvalinde oluşturduğu anlam katmanlarıyla resimsel eyleminin ana izleğinin de ipuçlarını  verir. Düşünsel ve sezgisel yoğunlaşmanın, duygusal devinimlerle kozmolojik bir anlam boyutunda biçimlenişi, onun derin irdelemelerini imler.1990’lı yıllarda geliştirdiği özgün üslubu doğrultusunda sağlam bir düzlem üzerinden sanatsal eylemini sürdüren Ahmet Özel’in resimsel serüveninin ana gövdesini oluşturan evrene ve yaratılışa ilişkin izleği “Pencereler” konseptinde en son yaptığı resimlerle birlikte önümüze geliyor. Kendi içinde ayrışan resimlerin birbiriyle kurduğu bağlantı, dönemsel nitelikleri içinde bütüncül bir bakışı imlerken, anlamı öne çıkaran diyalektik süreçleri de vurguluyor. Sanatçının yaratıcı sıçrayışlarının basamakları olarak tanımlanabilen bu yapıtları, şimdiye dek sürdürdüğü çabalarının bir özeti olarak da yorumlanabilir. İlk yaradılışa ilişkin resimlerin sergideki biraradalığı; evren mitolojisinin resmin diliyle tuvallerinde nasıl bir metafora dönüştüğünü duyurmakla kalmıyor, aynı zamanda Özel’in kendi fırçasıyla yüzleştiği bir dönemi de en çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor.

Kafkas kökenli bir sanatçı Ahmet Özel. Henüz asimile edilmemiş bir kültür ortamında, çocukken, annesi aracılığıyla kendisine aktarılan eski Kafkas söylenceleri, daha sonraki dönemlerinde o kültüre ilişkin yaptığı çok yönlü araştırma ve derin okumaları  bilincinde silinmez izler bırakmış, resim izleğinin ana kaynağını oluşturmuştur. Kafkas mitolojisinde öne çıkan insan olgusu ve onunla bağlantılı simgesel anlatım öğeleri sanatçının daha sonraları kavramlar aracılığıyla simgesel bir boyutta düşünmesini sağlamış ve resimsel eylemini onun üzerinden yapılandırmasına yol açmıştır. Ayrıca, Özel’in Japon kültürüne duyduğu yakınlık, Rus modern resmi ile kurduğu ilişki ve o yakınlıktan kaynaklanan karşılaşmaların ortaya çıkardığı soyut düşünce öğelerinin, kendi yaşam felsefesiyle örtüşmesi, sanatçının kendi köklerine dönmesinin yolunu açmıştır. Dış kültürle bağlantılı olarak gözlemlediği simgeler aracılığıyla düşünme biçimleri, kaligrafiler, ritüeller, dinsel motifler vb. kültürel öğeler zamanla  sanatçının soyut düşünce evreninde kalıcı etkiler yaratarak resmine yansımıştır. Japon ve Rus sanat çevrelerince  resmine ilgi duyulması, o ülkelerde kendisine sergi olanakları yaratılmasının gerçek nedeni bu olsa gerek. Ayrıca, Özel’in yapıtlarına söz konusu ülkelerin resmi müzelerinde ve özel koleksiyonlarında yer verilmesi sanatına duyulan  ilginin başka bir boyutunu göstermektedir..

Ahmet Özel’in, resim serüveninde bir çıkış noktası olarak sanatının alt yapısını ve düzlemini oluşturan evren tasarımının mitolojisi bir yana, resmindeki plastik yapı taşlarının öne çıkarılmasıyla onun resmini daha iyi anlayacağımız kanısındayım. Maurice Denis’in Nabilere yönelttiği;”Şunu hiç bir zaman unutmayın ki, bir resim bir savaş atı,bir kadın nü ya da bir anekdotun illüstrasyonu olmazdan önce, yani her şeyden önce, üstüne renklerin beli bir düzen içersinde sürülmüş olduğu düz bir yüzeydir.” Sözleri plastik dil öğelerinin resmin önemini ortaya koyması yönüyle önemlidir. Bu bağlamda Ahmet Özel’in resmine baktığımızda kullandığı temel plastik elemanların çokanlamlılık içinde resmin tematiğini taşıyabilen anlatımı güçlendirici bir nitelik taşıdığını vurgulamak gerekir.

Ahmet Özel’in yaratı etkinliğinin doğrultusunu imgelemle kurulan soyutlamacı bir anlayışın oluşturduğunu saptarken, resimsel plastiğinin yapıtlarıyla uygunluk içinde olduğu görülür. Varlığın ilk kımıldamasının görüngüsü olarak kozmik evren  tuvallerinde renksel göstergelerle belirerek bir lirizm içinde yüzer sanki. Renk formlarının üst üste, yan yana, kimi yerde dikey- çapraz konumlanmalarının oluşturduğu katmanlar resmin anlam duyarlığı içinde renksel lavlara dönüşür. Kurgulanan uzamların içiçe geçmiş lifli, ışıklı – ışıksız renk bantlarıyla görsel yapılanması kontrast renk ilişkileriyle tuval yüzeyinde dinamik etkiler yaratarak resmin ekspresyonunu arttırır. Görsel öğeler arasında ayrı ayrı kurduğu bağlantılar, karşılıklı etkileşimler, ışık demetleri halinde yansımaları izleyicinin imgeleminde tanımsız etkiler oluşturur. İnsanı odağa alan yaratılış coşkusunun neredeyse bütün resimlerinde bir kutsama içinde ontolojik bir anlam üzerinden irdelenmesi, sanatçının bu bağlamda kendi varoluş mitosunu da yarattığı izlenimini verir. zamanı ve uzamı olmayan ama görüngüler dünyasından imler taşıyan kozmolojik karmaşada o sanki kendi boşluğuna bakar ve o sonsuzlukta derin bir duyumsamayla kendi varlığının da yankısını duyar. Özümsediği sanatsal düşüncesini mantıksal düşüncenin karşısına koyan Özel’in oluşturduğu uzamların hepsi bir yanılsamadır, soyut düşünce biçimleriyle oluşturulmuştur. Bildiğimiz anlamda bir yaşam ya da ölüm yoktur orada. Zaman da uzam da yoktur. Gördüğümüz peyzaj ayrıntıları Özel’in iç görünümleridir. Mantıksal içerikler taşımaz, hem var, hem yokturlar. Kimi zaman gökyüzü görüngüleridir, kimi zaman bir doğa ya da hiçbiri. Sanatçının öznel derinliği içinden dışa yansıttığı bir enerji bütünüdür, ilk yaratılışın anlarıdır hepsi. İmlerle anlatılmıştır, betimsel öğeler taşımaz, her biri bir yanılsamadır, karanlıklarla, yarı aydınlıklar içinden geçerek değişik ortamlarda belirmişlerdir. Geçmişte yaşanan korkular, sevinçler, sevgiler milyarlarca yıldan beri içimizdeki zamanla, dışımızdaki doğanın kımıldayan değişken özü, bilinçaltı  etkinliğiyle dışa vurulmuştur. Varlıkların DNA’sına yansıyan kozmosdaki cisimlerin moleküllerini taşıyan gövdeler hep yeniden, yeni yaşamalara açılırken o gövdelerde binlerce hücrenin her gün öldüğünü göstermesi, yaşamla ölüm arasındaki diyalektiği ortaya koyar. Tablolardaki koyu renk lekelerini yaşamın bitişinin imleri olarak görmesek bile, kompozisyonlarının başat elemanları olarak dikey biçimde  konumlandırılmış dikdörtgenimsi ışık lekeleri kendine sığmayan bir yaşamsallık motifi olarak karşımıza çıkar. Soyutlamacı bir teknikle oluşturulan renksel görüngülerin dinamik duruşları, yaratı anın  tanıklığı olarak da imgelenebilir. İmgelemi güçlü bir sezgiyle oluşturulan biçimler sanatçının kendi gerçekliği içinde yaratılış diyalektiğine uygun olarak bir denge ve uyum içinde görülmekteler.İlk oluşumların enerjileri bir yanardağ gibi magmasını saçarken  bir tohumun çiçeğe dönüşme anındaki kımıldaması, tözlerin varlığa dönüşümü sırasında gövdelerinde akan titreşimler ya da Kafkas mitolojisiyle bağlantılı olarak sıcak bir magma toprağının evrimleşme sürecinden sonra amorf bir kütleye dönüşmesinin ardından göktaşlarıyla kuracağı ilişki…Bunların her biri bir imge motifi olarak bilince yansımakta, bir süreçsellikle üreyerek yaşamsal uzamlarını oluştururlar.Bu olgusal süreç sanatçının bakışında  metafizik bir yoruma da ulaşır. Sanatçı kurguladığı evrende ilk yaratılışın izini sürerken dolaysız ve çağrışımsal bir düzlem üzerinden yürür, zamanın ve uzamın ötesine geçer, yaratılış serüvenini anıtsallaştır.Evrendeki ” İlkler ” onun evrensel sorunsalıdır.Varlığa yansıyan ilk mavi, ilk kırmızı, ilk sarı; örselenmemiş bir parlaklıkla etkili kombinezonlar oluşturur.Bu belirlenim İlk oluşumun hakikat anı içinde kendini gösteren enerjinin; yenilik-tazelik-canlılık niteliğiyle örtüşürek anlam dizgeleri yaratır. Birbirinden farklı pasajlar, kendi birimleri içinde kendi başına bir anlam motifi olarak yer alırken öte yandan bütünü oluşturmaya yönelik bir işlevselliği de üstlenirler. Nokta konumunda bile olsa her planın kendi etkisi söz konusudur. İç pasajlarla birlikte zengin imgelere dönüşürler. Resmin temel konstrüksiyonunu oluşturan değişik formlardaki  birbiri içine geçen renksel koridorların figürsel çağrışımları öykü anlatıcısı gibi tablo içinde anıtsallaşarak simgesel anlamlar yüklenirler. Figür ve peyzaj görüntüleri taşıyan o dizisel içerikler öyle görünseler bile resmin genel mantığı içinde o dilin kotlarıdır, “kendiliğinden”likte   sanatçının içsel karmaşasının birer deşifrasyonu olarak yapılanan imgelem motifleridir. Kendi doğurganlıkları içinde kendine sığmazlığın da gerçekliğidirler bir anlamda. Soyutlamacı bir teknikle oluşturulan renk formlarının; üst üste gelerek yarattığı geçişimli alanlarda birbiri içinde kaynaşan devinimleri görünür dünyanın dışına çıkan ama yer yer onu da çağrıştıran kendi devingenliği içinde yaratılış karakterine uygun olan ya da olmayan bir varoluş anının görüntüleri olarak belleği kuşatır. Bu belirlenim; bir ön bakışla , sonsuz irdelemeleri içinde “sanatçının” bilimsel deneyleri olarak nitelense bile;bunun anlam boyutuyla, Özel’in  kendi hakikati içinde, evren felsefesini, dolaysız biçimde plastik dilin olanaklarıyla  ifade ettiği tinsel eylemi olduğunu belirtmek yanıltıcı olmayacaktır. Nevar ki, evrensel ve sonsuz şeylerin hakikati içinde sanatçının kendi yaratımsal eylemini dışarda tutarak; onu ve sanatsal düşüncesini aşan  büyük yaratılıştaki  titremede iki karanlık nokta arasında parlayan ışığın iyesi olan büyük bir akıl ve sezginin varlığı burada gözardı edilemez. O bütün yaratım süreçlerinin içinde dolaşıp yaratım anın ilk  sıcaklığını yayar, evreni dönüştürür. büyük bir sezginin ve aklın tanıklığı sanatçıyı ikinci plana itmezken, evren ve doğanın işleyişinde nice bağımsız ve özgür olunursa olunsun, fırçanın ve elin bildiği resim her zaman büyük bir sezginin ve bakışın denetimi ve yansımaları içindedir. O, varlığı ve sonsuzluğunu kuşatan  tanrının bakışı ve tanıklığıdır ki ondan bir parça töz  sanatçının imgelemine ve paletine bulaşmıştır. Oradan aldığı esinle kendi soyut evreninde yol alır ve kendi boşluğunda oluşturduğu görüngülerle birlikte kendini yeniden yaratır. Yaşam ve varlık zamanla koşuttur. O iki kavram bir yanılsama ise, resimler neden bir yanılsama olmasın? Varlığın içerdiği belirsizliği tanımlayan Heidegger’in:” Varlıkla ilgili her şeyden önce söylenebilecek olan; “Varlık”ın varolana benzer bir şey olmadığıdır.” Sözü algılanabilir evrenle  sanatçının kendi hakikati içinde oluşan evren birbiriyle örtüşerek hiçliğe karışıyor.

Kendi hakikatiyle sanatsal yaratım süreçlerinde çoğu kez düşünceyi ve kavramsal göstergeleri aşarak salt sezgisel bir eylemle kendi dehlizlerinin karmaşık dolambaçlarında yol alan Özel, sergilediği özgür oyunlar içinde biçimlerini de ortaya koyar.Bunu yaparken bir büyücüden farksızdır sanki,kurguladığı şeylere bizi hemen inandırır.Oluşturduğu biçimlerin herbiri yaratılış anının kımıldamaları olup, sanatçının evren kurgusu içinde değişik boyutlarıyla resimin yüzeyinde kaynaşırlar.

Biçimin temel yanlarını oluşturan kompozisyonla temanın yapıt içindeki uyumlu birliği resmin bütününde senfonik titreşimler yaratırlar. Bu, birlik; kendini öylesine duyumsatır ki, izleyici bir an resmin içeriksel yapısından soyutlanıp sanatçının olası evreninde biçim ve renk estetiğinin hazzını yaşar, olası evreninde gezinir.

Ahmet Özel’in resmi; kozmik evren bağlamında insanın varoluşunu imleyen, sorgulayan çokanlamlı görüngüler bütünüdür. Sanatçı, sezgisel bir diyalektikle irdelediği evrenle insanın yaratılış serüvenini zaman ve uzamdan soyutlayarak mitolojik bir söylem boyutunda mistik anlam dizgeleriyle yansıtmıştır.

Bir sanatçı eğer yapıtlarının bütünüyse, bu bütünlük aynı zamanda onun sanatsal yürümelerinin değişik boyutlarda gerçekleştirdiği süreçlerin de diyalektiğidir. Bu anlamda Özel’i yapıtlarının önünde izlerken ; oluşturduğu kurgusal uzamda ilklerin oluşumunu paletinde bulgularken,  kendini de aradığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Ahmet Özel’in resimlerine bakarken, gözlerim evrenin yaşıyla eşitleniyor sanki. Önümdeki sis perdesi dağılıyor, kozmosun zamansız- boyutsuz aralığında yeniden varolma coşkusunun kımıldamalarını duyuyorum.